1 Aralık 2013 Pazar

ALIN YAZISI



1972 yapımı Orhan Aksoy'un yönettiği film Türk sinemasının kült filmleri arasındadır. Film aslında 1969 İran yapımı Gheisar'ın yeniden uyarlanmasıdır. Ancak bu uyarlanmış versiyonu çok daha ses getirmiştir. Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı Haydar, abisi Osman (Erol Taş), kızkardeşi Zeynep (Hülya Şengül), annesi ve dayısı (Şükriye Atav ve Mümtaz Ener) vaktiyle Gaziantep'ten İstanbul'a göçmüş pekçok yoksul/orta sınıf ailelerdendir.


Osman vaktiyle bıçkın bir kabadayıdır, daha sonra eski suç günlerini geride bırakıp tıpkı dayısı gibi dindar biri olmuştur. Yalnızlaştıkları, ötekileştikleri bu fakir İstanbul semtlerinde, içinde bulundukları gerçekliği inkar ederek dindarlaşmak yolsuzluğa, şiddete çare olmamaktadır. Artık hidayete ermiştir, afyonu yutmuştur. Hacca dahi gitmiştir, adı hacı Osman olarak anılır olmuştur. Mahallede kasaplık yapmaktadır. 




Üzerindeki kasap önlüğünü dahi çıkarmadan koşarak yetiştiği hastanede kızkardeşi Zeynep'in zehir içerek intihara kalkıştığını öğrenir. Kadere boyun eğen, çilekeş halini sorguladığı çıkarımlarında bulunabileceğimiz, kendini dizginleyen, kızgın ama çaresiz halleri aslında "neden zehir içti", "neden öldü" sorularıyla cebelleştiğini göstermektedir. Bir taraftan tam da herşey yolundayken, huzura ermişken, bu sebebi şüphe uyandıran ölüm de neyin nesidir. Ölüm karşısında en çok yapabileceği şey kasap dükkanını cenaze dolayısıyla kapamak olur. Ama esas sınavı eve döndüğünde verecektir. Dayısı annesine Zeynep'in intihar mektubunu okumaktadır, mektupta Zeynep herzamanki gibi arkadaşı Sabiha'lara ders çalışmaya gittiğini, Sabiha'nın abisi Şeyhmus'un (İstemi Betil) Sabiha'yı çarşıya gönderdiğini ve kendisinin ırzına geçtiğini yazmaktadır.Kırmızı kareler eski hikayeyi anlatmaktadır.


O sırada kapının önünde beliren Osman, bunu duyar ve derhal celallenir, Şeyhmus'un ardından "kancık,kalleş, imansız köpek" diyerek cihat ilan eder, afyonun tesiri sona ermiştir, doğruca üst kattaki sandıktan sarıp sarmalanmış özel bir cinayet bıçağını kaptığı gibi merdivenlerden aşağı yönelir. Bıçakların normalde evin mutfak kısmında olduğunu gözönüne aldığımızda bu bıçağın Osman'ın eski suçlarında da kullandığı uğurlu bıçağı olduğu sonucu çıkarılabilir. Anne ve dayı onu durduramazlar, dayı salavat getir allaha havale et deyip, bıçağı elinden alır. Bıçağı olmasa da Osman Şeyhmus'la yüzleşmeye gider, hamalları, köhne sokakları, tozlu kaldırımları, sefil yığınları geride bırakan Osman, arka fonda Esfendiar Monfaredzadeh'in dramatik film müziğiyle (bkz.*), alçaklıkla yüzleşmenin bir dolu kirli yollardan geçmeyi gerektirdiğini hatırlatır seyirciye. Şeyhmus diye seslenir, Şeyhmus'un deposuna vardığında. Deponun ucu bucağı gözükmemektedir, orası kötünün saklandığı indir, zira kötülerle yüzleşmek isteyen aydınlıktan karanlığa süzülmelidir.


Birkaç atarlı diyaloğun sonunda, Osman Şeymus'un ümüğüne çöker, ancak bu sırada Binali ve Beşir'in bıçak darbelerine maruz kalır. Osman, sıradanlığı kabul etmiş, boynunu büküp, kaderine razı gelen Nietzche'nin sürü insanından bir üst merhaleye sıçrama aşamasında hayatını kaybetmiştir. Ölmeden biraz önce "Haydar, ökkeşoğlu haydar yetiş, abini kahpece vurdular" diye haykırarak, adaleti, kanunu, düzeni, eşitlenmeyi sağlamaya Haydar'ı çağırmaktadır. Haydar ismi Anadolu 'da insan merkezli bir inancı çağrıştırmaktadır. Horasan'dan Anadolu'ya uzanan bu inanç sisteminin, halife Osman'la zıt olduğu ancak bir o kadar da, tıpkı filmdeki Osman ve Haydar'ın kardeşliği gibi, yanyana olduğu malumdur. Osman bir "übermann" olamamıştır, Haydar'ın kurtuluşuna bir sebep olacaktır. Haydar, tren istasyonunda belirir. Osman'ın aldığı bıçak yarası, Haydar'ın intikam sebebidir. Ne de olsa bu filmin başrolü Haydar'ındır, ve tüm hikaye onda birleşir.


Tüm bunlar olurken, Haydar tarla satışı için memleketi Gaziantep'tedir ve döndüğünde tarlanın parasıyla dolmuş satın almayı ve nişanlısı Fatma (Fatma Belgen) ile evlenmeyi planlamaktadır. Ancak işler düşündüğü gibi gitmez, uzun bir tren yolculuğunun ardından, tesbihini sallayıp, topuklarına basarak evine döner. Tek tek hediyeleri verir aileye, osman der, ses çıkmaz, gömlek almıştır ona, dayı kabul eder, Zeynep der ve artık dökülür dayı bildiklerini, Haydar herşeyi öğrenir.
 


Haydar'ın yapacağı tek bir işi vardır artık, kendi söylemiyle tek iş değil, üç ayrı iş, Şeyhmus, Beşir ve Binali. Çarşı pazar dolanır, Şeyhmus'un deposuna varır, çevredekiler Şeyhmus'un işi bıraktığını söylerler. Mahallenin kahvesine vardığında büyük itibar görür, kahveciden Binali'nin şehri terketmek üzere olduğunu, çarşı hamamında paklandığını öğrenir. İkinci bir kahveyi ister, o sırada yine Monfaredzadeh'in o dramatik müziği çalmaktadır, topuklarını işaret parmaklarıyla düzeltir ve intikam ateşiyle sessizce kavrulmaktadır.

 
Esfendiar Monfaredzadeh
Esfendiar Monfaredzadeh
Esfendiar MonfaredzadehBirkaç atarlı diyalogtan sonra
Çarşı hamamına gider, havlusunu sarınır ve bir çok kapıdan geçerek kurnaların olduğu kısıma ulaşır. Binali yıkanmakla meşguldür, yıkanmakla temizlenemeyeceğinin farkında olmadan gafil avlanmayı beklmektedir. "Saatler olsun" diyen tellağa "eyvallah" derken muhtemelen son sözcüğünü söylemekte olduğunu bilememektedir. Haydar sotadan kurbanı dikizlemekte, her anını kollamaktadır. Aynaya takılı usturayı zulaya atar ve duşa giden Binali'nin peşine takılır. Öncelikle Binali'nin yanındaki duşlukta cinayete odaklanır, usturasını kavrar ve hemen yan bölmedeki avının yanına süzülür. Kurban şaşkınlıkla Haydar'ın gırtlağına sarılsa da, karnının usturayla bir çırpıda deşilmesiyle çeşitli surat ifadelerine bürünür. Haydar'ın döktüğü kirli kanı, su temizlemektedir. Operasyon tamamdır, tellağa iade edilen peşgir net bir temizlik izlenimi vermektedir.    



Polis olayları deşifre etmeye başlamıştır, bu cinayet semtte bir haftada gerçekleşen üçüncü cinayettir. Zeynep'in intihar sebebini adli tıp raporunda bakire olmamasına kolayca bağlayan polis şefi, Osman'ın deniz kıyısında bulunmuş cesedinin sırtından bıçaklandığını, bıçakta Osman'ın parmak izlerinin olduğunu ve kimsenin kendisini sırtından bıçaklayamayacağını belirterek olayın cinayet olduğuna sonuç getirmektedir. Cesedi buldukları yer deniz kıyısı olduğuna göre, cinayet silahını ne vakit nerede buldukları düşündürücüdür. 

Nişanlısına gider ve geleceklerinin olmadığını söyler, neden-niçin sorularını yanıtlayamaz, fonda Mikis Theodorakis'in Arodafnousa'sı çalmaktadır (bkz.**). Onu çok sevmektedir, ama gerçekçi davranmaktadır. Ölümler yıkım getirir, Haydar ayrılır Fatma'dan, olacak ya da olmayacak sözcüklerine sıkışan bir aşk hikayesidir bu. Yarını olmayanların itirafıdır bu. Çocukluğundan beri Haydar'ı bekleyen Fatma bu duruma çok üzülür. Fatma'nın abisi gelir. Fatma'nı ümidi yaşar, ümit genç bünyede unutkanlık verir, etleri getireyim der ızgarada kızaran, mutludur çünkü hayat sonsuzdur. Haydar, Fatma'nın abisinin Beşir'i tanıdığını bilmektedir, Beşir'le yapacakları işi sorar. Abisi Beşir'in ertesi sabah mezbahada olacağını söyleyince, Haydar sabah direk mezbahada biter. İşaret parmaklarıyla topuğa yapılan hamle artık avam bir hareketi değil, Haydar'ın kurbanlarını deşeceği ulvi zamanlamasını belirtmektedir.


Polis heryerde Haydar'ı aramaktadır. Cinayetleri çözmüştür, Haydar sözverdiği gibi mahallesinde tanıdığı nineyi, Bursa'daki oğlunun mezarına götürür, tanrıdan af diler, vicdanen rahattır ama yine de tanrıya dilenir. Döndüğünde, Haydar annesini kaybettiğini öğrenir, cenazeyi uzaktan izler, tam yaklaşacakken Fatma engel olur, ertesi gün öğle vakti iskeleye gelmesini söyler. Bu ilk buluşmalarıdır ve sonuncusu olacaktır aynı zamanda. Fatma, eski oturdukları mahalleye götürür Haydar'ı. Hergün onu beklediği yeri gösterir, hep bir sözü tekrar ettiğini söyler tüm gece, o zamanlarda, Haydar "neymiş o?" diye sorunca, "ertesi gün nereye gelmemi beklemişse" diye cevaplar Fatma. Oysa bu onların ilk buluşmasıdır, bu da Fatma'nın duyduğu aşkın onda halüsinasyonlara neden olduğunu göstermektedir. Ama umutsuz aşıklar için yol kısadır, Haydar'ın sözleri durumu özetler: "İş kuracaktım, evlenecektik..... sonra evimiz, namuslu ekmeğimiz çocuklarımız, yenildik Fatma yenildik", söz yüzüğünü Fatma'nın avcuna bırakır, bu erken ayrılık acısı ölümün sıfatını kapatmak içindir, çünkü hayatta hiçbir acı ölümle kaybedilen kadar acıtmaz canları...


Haydar nihayet Şeyhmus'un izini bulmuştur. Sahnede Şeyhmus'un dostu şarkı söylemektedir. Piyango satıcısı arkada bas bas bağırmaktadır :"Yarın son gün, yarın son gün çekiliyor", Haydar'ın masasına da gelir, ısrar eder, Haydar'ın son günüdür, Haydar da son gün der, mırıldanır. Şarkıcı Haydar'a kesilir, iş atar, ancak Haydar tesbihini sayarken davetkar şarkıcının "ne düşünüyorsun" sorusuna "yarını" diyerek ne kadar hırs dolu olduğunu göstermektedir. Şarkıcıdan Şeyhmus'un Haydarpaşa lojmanlarında kaldığını öğrenen Haydar, sabah tren istasyonunda Şeyhmus'u arar. Haydar'ın kendi aklındaki "kutsal" eylemi, yine o bilindik fon müziği ve topuk sahnesiyle boy gösterir. Seyirci intikam alan kahramanla özdeşleşir, Şeyhmus az ötede dikilmektedir, biraz sonra da ölecektir. 


Haydar yüksek sesle "Şeyhmus" diye seslenirken müthiş film müziği devrededir, kovalamaca başlar. Lokomotiflerin arasında ucu bucağı görünmeyen mesafelerde hırs Haydar'ı Şeyhmus'a vardırır. Polis çoktan ortama çökmüştür ama lokomotif dumanları arasında, Şeyhmus Haydar'ı bıçaklar. Zombi adımlarıyla devam eden Haydar en nihayetinde Şeymus'u kıstırır. Unutulmaz intikam müziğiyle ilerlerken, Şeyhmus'u nihayete erdirir, üçüncü işi de tamamlar. Bir vagona sığınır yaralı, aklında eski günlerin hayali kırmızı kareler geçerken, dayısına Şeyhmus'un kanıyla götüremediği gömleği seyirci hatırlamaktadır. Tüm ailenin dram dolu intikamı alınmıştır. Oysaki istasyonda o sırada geçen trenlerin ne Haydar'dan ne de Şeyhmus'tan haberi vardır. Trenler hep aynı istikametinde seyretmektedir. Kötünün yokedilmesi, Haydar'ın bireysel kurtuluşu dışında çok yazıkki değişen hiçbirşey yoktur.




Yazar: Ersan Güray